MUSTAFA MUĞLALI VE OTUZÜÇ KURŞUN OLAYI.
Ahmet Arif'in
.../
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
/...
Dediği gibi, Doğu Anadolu'nun İran sınırıyla olan ilişkisi Anadolu'nun ortasındaki iki köyün ilişkisi kadar yakındır. Tüm Anadolu'da yaygın olan çetecilik Doğu Anadolu'da daha da yaygın bir geçinme kaynağıdır. Çete reisleri zayıf veya uygun buldukları yerleşim yerlerini basmakta ve buralarda yaşayan köylülerin mallarını gasp ederek yaşamaktadırlar. Bu çeteler hem Türkiye'de hem de İran'da talan yapmaktadırlar. Türkiye'deki çetelerden biri İran'da yaşayan ama dedelerinin Türk olarak bilindiği, Türk İstihbaratı elemanı olduğu söylenen aşiret reisi Mehmet Mısto'nun köyünü basar ve bir rivayete göre 400-500, başka bir söylentiye göre 1500-2000 hayvanını Türkiye'ye kaçırır. Bu durum Türk olmakla ve Türk istihbaratının elemanı olmakla gurur duyan Mehmedi Mısto'nun ağırına gider. Özalp ilçesi kaymakamı arcılığı ile Türkiye'ye baş vurur. "Gasp edilen hayvanlarımı bana iyilikle geri veriniz. Ben sizin dostunuzum. Ricamı kabul etmezseniz, hayvanlarımı aynı usulle geri alabilirim. der Bu tavır hükümetin kabul edebileceği bir tavır değildir.. Zamanın Özalp ilçesi yetkilileri Mısto'nun bu talebini dikkate alacaklarına "gelip karını da koynundan alacağız" mealinde mektup yazarlar. Mehmedi Mısto bu mektup üzerine İran'daki bazı aşiretlerden de aldığı yardımlarla Türkiye hudutları içerisine girerek ve Özalp İlçesinin 1.5 kilometre yakınına kadar sızarak Özalp halkına ait 406 adet hayvanı gasp edip İran'a kaçırır. Günümüzde olduğu gibi o zamanda da görevini layıkıyla yapmayan sivil-asker bürokrat hemen suçlu bulmak telaşına kapılır. Mehmedi Mısto bu talanı tek başına yapmış olamaz, onların mutlaka işbirlikçileri vardır diyerek içeride soruşturma başlatırlar. Önce 40 kişi tutuklanır. Bunlardan 35 kişi serbest bırakılır. Sonra yine tutuklanırlar. En sonunda 33 kişinin Mehmedi Mısto'ya yardım ettiklerine karar verilir. 33 kişiden biri kadın olduğu gerekçesiyle serbest bırakılır, geri kalan 32 kişi İran sınırında Çilli gediği olarak bilinen mıntıkaya götürülür. Arkasından ne olduğu tam olarak bilinmez ama bu 32 kişinin biri hariç kalanları ölür. Ölmekten kurtulan kişi olayın açığa çıkmasına, Ahmet Arif'in Otüzüç Kurşun şiirini yazmasına neden olan İbrahim Özay'dır.
23 Temmuz 1943 tarihinde meydana gelen olayın olabildiğince en kısa hikayesi budur.
Bu hikaye İsmail Beşikçi'nin "Orgeneral Mustafa Muğlalı Olayı ve otuzüç Kurşun" isimli kitabından alınmıştır.
Kanımca bu olayda Türkiye Cumhuriyeti'nin kusuru yoktur. Tek sorumlusu, her daim basit çıkarları peşinde koşan, Çetin Altan'ın deyimiyle " benden atlasında nerede patlarsa patlasın" diyen Türk Kamu Bürokrasi'sidir.
OTUZÜÇ KURŞUN
1.
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...
Yiğitlik inkar gelinmez
Teke tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yana, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuz üç kurşunlu yürek
Otuz üç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...
2.
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
Baktı otuz üçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.
Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...
Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...
3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
4.
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
5.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder